Bir eser düşünün. Şairinin tek eseri… Tek eseri
ama bir gelenek oluşturmuş ve yüzlerce benzeri
yazılmış. Aynı şekilde yazıldığı günden bu yana sadece
Anadolu coğrafyasında değil Budin’den Kahire’ye;
Kazan’dan Bağdat’a, Kafkasya’dan Balkanlar’a uzanan
geniş bir coğrafyada ilgi görmüş, sevilmiş ve şöhret bulmuş
bir eser. Dahası doğuş yeri bir cami… Fakat tesir
alanı camiyle sınırlı kalmamış, hayata uzanmış doğumdan
ölüme, düğünden kandil merasimlerine kadar insanın/
insanların olduğu her yere tesir etmiş. Tabiiki Süleyman
Çelebi’nin eserinden Vesiletü’n-Necat’tan yani
Mevlid’den söz ediyoruz. Şüphesiz ki, gerek Türk gerek
dünya edebiyatlarında bu özellikleriyle bir benzeri olmayan
bu eserin bereketi, elbette konusundan, konu olarak
işlediği müstesna bir isimden, Hz. Peygamber’den gelmektedir.
KUTLU DOĞUM GÜNÜ VE
DOĞUM YERİ
Mademki; bu eser, konusu itibariyle Hz. Peygamber’i
anlatıyor. Öyleyse genelde Mevlid adı verilen eserlere
özelde Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ine biraz daha yakından
bakalım: Mevlid, Arapça’da zaman ismi olarak
“Herhangi bir kimsenin doğduğu zaman” anlamına gelen
bir kelimedir. Fakat, edebi literatürümüzde bu anlamından
çoktan soyunmuş ve yaygınlaşan yeni özel anlamıyla
Hz. Peygamber’in “doğduğu gece” için kullanılan
bir kelime haline dönüşmüştür. Mevlid kelimesi, aynı
şekilde mekân ismi olarak kullanıldığında da yine Hz.
Peygamber’in “doğduğu ev”i ifade etmektedir. Dolayısıyla
Mevlid’i bu iki anlamını da kuşatacak şekilde “Kutlu
doğum günü/yeri” olarak anlamak gerekmektedir.
ÂLEMLER NURA GARK OLDU
Şüphesiz ki, Hz. Peygamber’in doğumu sadece Müslümanlar
için değil getirdiği mesaj evrensel olduğu için
bütün insanlık için çok büyük öneme haiz bir olaydır.
Zira; bir İlahi güftesinde de belirtildiği gibi, Hz.
Peygamber’in doğumuyla “Âlemler nura gark” olmuştur.
Bu, şu anlama gelmektedir. Efendimiz, tebliğiyle
görevli olduğu İlahi mesajla karanlık bir çağı aydınlatan
bir nur(ışık) olmuştur. Böyle bir ışığa kalem ehlinin ilgisiz
kalması, O’ndan ilham almaması elbette düşünülemezdi.
Nitekim öyle oldu ve Hz. Peygamber için içinde
Na’atlardan Miraciyelere; Hilyelerden, Esma-i Nebilere
kadar çok sayıda edebî türün yer aldığı bir edebiyat
teşekkül etti. Gönüller, onun sevgisini yaşayarak huzur
buldu. Kalemler, O’na ait sevgiyi anlatarak onurlandılar.
Hz. Peygamber’le ilgili söylenen/yazılan her mısra,
dilden dile gönülden gönüle yayılarak okuyanları/dinleyenleri
tek bir yürek haline getirdi.
MEVLİD GELENEĞİMİZ
İşte adına Mevlid dediğimiz eserler de Hz. Peygamber’le
ilgili edebiyatın zengin bir kolunu teşkil ederler. İslâm
âleminde 10. asırdan itibaren görülmeye başlanan bu
tarz eserler arasında İmam-ı Tirmizi’nin Şemâil’i adı
Mevlid olmasa bile bu tarz eserlerin bir başlangıcı sayılabilir.
Zaten çok geçmeden doğrudan Mevlid adını taşıyan
eserler de yazılmaya başlanmış ve bu türde ilk örneği
Mevlidü’n-Nebi adlı eseriyle İbn-ü Cezvi vermiştir.
Açılan bu yolda yazılan daha pek çok eserden bahsedilebilirse
de biz, Türkçe Mevlid geleneğine ve Süleyman
Çelebi’ye dönmek istiyoruz. Zira, Türk edebiyatında
ilk Türkçe Mevlid metni Süleyman Çelebi’nin
Vesiletü’n-Necat adını verdiği eseridir. Bunu söylerken
Süleyman Çelebi’den iki yıl önce yine Bursa’da şair Ahmedi
tarafından yazılan Mevlid’i unutuyor değiliz. Fakat
onun eseri Çelebi’ninki kadar şöhret bulmadığı için
geleneğin kurucusu olarak Süleyman Çelebi’yi görüyoruz.
Şunu da ekleyelim. Süleyman Çelebi’nin eserinden
sonra yüzü aşkın Mevlid yazılmış ama hiç biri onun
şöhretini yakalayamamıştır. Bugün, konu ile ilgili akademik
çevrelerin dışında hiç kimse ne Mustafa Selami
Efendinin, ne Muradi’nin ne Şahidi’nin, ne Şemseddin
Sivâsî’nin Mevlid’inden haberdardır.
KENDİ SEMASINDA TEK YILDIZ
Mevlid, zamanla öylesi bir esere dönüşmüştür ki, bir taraftan
pek çok şaire tesir ederek onların Mevlid yazmasına
sebep olurken bir taraftan da “kendi semasında tek
yıldız” olarak asıl şairinin adının bile önüne geçmiştir.
Mevlid, şairinden çok şöhret bulmuş, nerdeyse onun
adını bile unutturmuştur. Öyle ki; eğer biz, Mevlid’in
kimi yerlerinde “Süleyman” adını okumasak bu eseri
anonim bir eser sayacağız. Bu durum, elbette eserin lehine
olan bir özelliktir. Zira, bir eserin anonimleşmesi
onun asırlar boyunca ne denli benimsendiğinin ve yaygınlık
kazandığının bir göstergesidir. Dolayısıyla Süleyman
Çelebi de böylesi bir eserin şairi olarak dünyada
çok az şaire nasip olan şöhretli bir isim haline gelmiştir.
Çünkü Mevlid’in okunmadığı bir zaman ve mekân ner-
.....
*Bu yazı daha önce Yeni Dünya Dergisinde yayınlanmıştır.
Bu yazı toplam 12291 defa okundu.